Yaşamak Varken, Neden Ölümden Korkalım?
İnsanoğlu, milyonlarca yıl önce ölümü keşfetti. Yaşadıkları yerde, bir insanın ortalama hayat süresinin yirmi, otuz yıl olduğunu gözlemlediler. Bunun nedenini anlamaya çalıştılar. Neden bazı yaratıkların 1 gün, bazılarının ise onlarca yıl yaşadığını çözmeye çalıştırlar. Ölüm dediğimiz olgudan korktular, kaçmaya çalıştılar. Onu anlamaya çalıştılar. Günümüzde ise, ortalama bir insanın yaşam süresi yetmiş – seksen yılı bulmuşken, insanoğlu doğayla girdiği amansız savaşı hemen her cephede önde götürüyor. Sıfırdan, doğal olmayan koşullarda yoktan yaşam var etmeyi öğrendik, büyük makineler yapmayı ve onları uçurmayı öğrendik. Hava olaylarını tahmin etmeyi, dünyayı, uzayı keşfetmeyi öğrendik. Kazanamadığımız ve kazanamayacağımızdan da emin olduğumuz tek bir cephe ise, milyonlarca yıldır değişmedi. Asla yenemeyeceğimiz belki de tek olgu, zamanla birlikte:
Ölüm.

Ölümü anlamlandırmaya çalıştık, kimisi çareyi bilimde bulurken, kimisi de inandığı dine güvenmeyi tercih etti. Kimisi de takıntılı bir şekilde ölümü yenmeye çalıştı. Ancak başarılı olamadılar.
Bütün medeniyetimize, gelişmişliğimize rağmen hala yenemediğimiz, üstesinden gelemediğimiz korkumuz, ölüm.
Ölüm korkusu, kendini bazı insanlarda daha aşırı gösterir. Kimisi bu gerçeği göz ardı ederek yaşamaya çalışır, mutlu bir günün sonunda yatağa girince uzun vadede kendisini bekleyen sonu düşünmemek için çabalar. Kimisi ise bunu bilerek yaşar, görece kısa yaşamına sığdırabildiği kadar şey sığdırmaya çalışır. Tadını çıkarmaya, hakkını vererek yaşamaya çalışır.
Ancak herkes o kadar şanslı değil ne yazık ki.
Çoğu insan, ölümden – ironik bir şekilde- ölesiye korkar. Hayatlarının, yaşamlarının merkezine farkında olmadan ölümü koyar. Mutlu olamazlar, her daim endişeli devam ederler hayatlarına. Bir soru mutlaka kafalarındadır:
“Ya bir gün ölürsem?”
Bu sorunun yanlışlığı, gün gibi ortada olsa da, bunun farkında olunsa da, insan beyninin işleyişi o kadar basit değil ne yazık ki. Bir gün bu dünyaya hiç gelmemiş gibi olacağını, bütün izlerinin silinip gideceğini kabul etmek istemez, inkara girişir bilinç. Ancak bunların hiçbirinin değiştiremeyeceği gerçek şu ki;
Bir gün hepimiz öleceğiz.
Evet, sert ve acı belki ama bir gün, hepimiz, tanıdığınız ve tanıyacağınız herkes dünyadan gidecek. Belki bu varlığın sonu olacak, hiç gelmemişiz gibi, hiç doğmamışız gibi olacağız ve yolculuğumuz sona erecek. Kimisine göre de esas yolculuk o zaman başlayacak, “diğer”, “ana” dünyaya o zaman adımımızı atacağız. Hangisi doğru peki? Bunu bilmenin kesin bir yolu yok. Dünyada yüz binlerce ayrı inanç, inanış sistemi var. Bir bitki olarak dünyaya geleceğimiz kimisine göre kesin örneğin.
Bu korkuyu hayatının merkezine almış olan insanların kimisi, hakkını vererek yaşayamamaktan, bir diğer deyişle gözünün arkada kalmasından korkuyor. Esasen, hepimizi bekleyen son bu kadar kesinken, yapılması gereken şey bu sonu düşünüp korkmak değil, bu sonun bilincinden olup yaşadığımız hayatın tadını çıkarmaktır.
Önemli olan varış noktası değil, yolculuğun kendisidir.

Zaman da, tıpkı ölüm gibi insanların karşı koyamayacağı, akıntısına mutlaka kapılacağı olgulardan biri. Çok şanslı ve çok küçük bir azınlık, zamana karşı koyacak ve dayanacak kadar büyük izler bırakmayı başarsa da, bu çok büyük çoğunluk için geçerli değil. O insanlar için de ne kadar uzun süre daha geçerli olacağı muallakta.
Zamana ve ölüme karşı koymanın bir yolu yok ne yazık ki.
Belki de, insanoğlunun gelişiminin ve evriminin en kötü yanı, egosunu da aşırı boyutlarda şişirmiş olmasıdır. Kazanamayacağı savaşların farkında olmak, bazı şeyleri kaybetmeye mahkûm olduğunu bilmek, oldukça absürt gelen şeyler insanlara. Unuttuğumuz şey, burada kısa bir süre için bulunduğumuzdur.
Bazı insanlar da kendileri gittikten sonra, arkalarında bırakacaklarını düşünerek korkar ölümden. Sevdikleri, aileleri, aşkları…
Unutmamak gerekir ki, bir gün o insanlar da ölecek. Sizden önce, ya da sizden sonra. Ölerek onları arkada bırakmış olmuyorsunuz. Sizler, bu dünyadaki yolculuğunuzu tamamlamış ve nöbetinizi onlara bırakmış oluyorsunuz. Her insanın büyüdüğü bir an vardır hayatında. Bu an, benim düşünceme göre, “ölüm” olgusu ile ilk tanıştıkları andır. Evet, arkanızda kalanlar acı çekecek, üzülecekler. Belki depresyona girecekler. Ancak atlatacaklar. Atlatmak zorundalar. İnsanların doğasında, ne olursa olsun yola devam etmek var. Sizi asla unutmayacaklar, her gece hatırlayacaklar, her dualarında sizden bahsedecekler. Ancak yola devam edecekler.
Bunu kabullenmek için, öleceğimiz gerçeğiyle yüzleşip bununla barışık olmaktan başka bir çaremiz yok.
Bu korku olsa da, olmasa da öleceğiz. O halde bu korkunun bize bir faydası var mı?
Yok.
Eğer bunun bize bir faydası yok ise, bu korkuya tutunmak gerekli mi?
Değil.
Seanslarımda, oldukça fazla sayıda ölüm korkusu sebebiyle mutlu olamayan, rahat yaşayamayan insanlarla karşılaşıyorum. Onlarla aşama aşama giderek, zaman içerisinde bu korkunun üzerinden geliyoruz. Lütfen, ihtiyacınız var ise bir profesyonelden yardım istemekten çekinmeyin. Çeşitli videolarımda ve makalelerimde sizlere yardımcı olabilecek bilgiler paylaşıyorum. Yardım bir adım uzağınızda: https://www.deneyimokulu.com/clearmind
Konuyla ilgili videom aşağıda. Daha mutlu günlerde görüşmek üzere, hoşçakalın!